Metsi Kuşu ve Şövalye

Aşkı ve karmaşayı aynı düzlemde yaşatana-…ağacın kırmızı yaprakları ardına gizlenmiş. Mercanlar ve ışıltılar damlamakta ayakuçlarından. Gövdesi görkemli ve asil… Gözleri birer yakut… Hüzünlü! Turuncu gökyüzü serilmiş önüne. Tüm cazibesiyle onu kendine çekmekte… Rengârenk kanatlarını açıp, harmanlanacakken gökyüzüyle ayağına takılıyor gözleri. Saydam bir pranga… İncilerle süslenmiş, alımlı ve parlak… Ertelenmişliklere teslim olup, kalıyor olduğu yerde.



Bu sefer tanıdık bir koku, son zamanlarda sık sık içinde gezindiğim efsunlu masaldan beni geri döndüren. Garsonun nedensiz ve saçma bir tavırla, sertçe masaya koyduğu fincanı kavrıyor parmaklarım. İçime çekiyorum kahve kokusunu doya doya. Alışkanlık olsa gerek!

- Dalmıştın… Senin yerine ben verdim siparişi. Kocaman bir fincan sade kahve…
O bilindik gülümsemenle bitirdin cümleni yine. Bir yandan, bunca kalabalık ve gürültü içinde, nasıl olup da kendimi, kendi masalıma hapsettiğimi düşünürken, bir yandan da “bu adama takılıp kalmamın nedeni gülümsemesi olsa gerek” diye geçiriyorum aklımdan. Bu geç farkındalığa biraz da şaşırarak…

…ayak sesleri… derin ve ritimli. İrkildi “metsi” kuşu. Ama rahat gönlü… Nasılsa göremez kimse onu, hissetmez. Merakla dikti gözlerini sesin geldiği yere. Kim bu siyaha akmış, renksiz ama çekim gücü kuvvetli adam? Hangi avare yelin önüne düşmüş de sürüklenmiş buralara? Saklandığı yapraklar arasından kıpırdansa, acaba fark eder mi şövalye onu? Kontrol yitti, bozuldu tüm ezber. Havalanıp kırmızılar arasından, kondu berikinin yanına. Mahcup ama kararlı…

Uzun zamandır konuşmaktasın belli… Seni dinlemediğimi hissettiğin an, o başa çıkılmaz öfken boy göstermekte bilirim ama nafile! Ömrümün hiçbir deminde toparlamayı beceremediğim zihnim, senin için bile olsa, bir araya gelemiyor. Uçuyor, kaçıyor oradan oraya… Geziniyor hayalle gerçek arasında. Nereye ait olduğunu bir türlü çözemeden.

…“metsi” kuşu… Kanatları hüzne dalmış ama yine de umutlu. Neden çıktı aniden mabedinden. Topladı mı etrafa saçılan yitik parçalarını? Bıktı mı bu pinhani hayattan? Dinlendi mi yüreği? Ve her şeyi öteleyen soru… Sol yanında durmadan çırpınan, mor dağlara çarpıp geri gelen, bedenle her temasta daha da hissedilen “şey” ne?

Ömrüm boyunca nefret ettim sorulardan. Zaten doğru dürüst bir cevabım da olmadı hiçbir tanesine. Kelimelerin “aklın oyunu” olduğunu öğreneli… Kafamda ki soru işaretlerini bastırıp, yok saymaya çalışırken, saklandıkları yerlerden çıkıyor her birisi. Beynin kıvrımlarına yerleşip, büyüyor günden güne. Soruların muhatabı sen, cevabı adı gibi bilen ben!
…gözlerindeki yakut yuvarlanıp, değdi toprağa. Filiz verdi… durdu yaprağa… Aslına bakılırsa alışmıştı her şeye. Gizlere… Turuncu gökyüzünü yırtıp, ölümsüzlüğe kavuşacağı günü hayal etmeye.Tek ve yek ayakta durmaya. Nerden çıktı bu şövalye!. Akış, döndü tersine! Islık sesiyle ürperdi toprak. Sıcak bir şeydi iliklerde gezinen…
Ben bir filizdim. Sende kök salıp, seninle hayata tutunan. Bir gün bu topraklardan sökülüp atılabileceğim ihtimali öyle yıkıcı ki! Beynimi kemiren bu soruyla, sana tutunmaya devam edersem çürüyeceğim, kendimi senden koparırsam öleceğim.
- Beni dinliyor musun sen?
Kahvemden kocaman bir yudum alıp, dinlermiş gibi yapıyorum her sözünü. Gözlerim düşmüş üstüne… Çocuk ama ergin bir deli… Gülümsemesi, gözlerinde ki hüznü silmeye yetmeyen, bakışı, okyanusun girdabına benzeyen ve içinde bir tutam “ben” olan uyumsuz fani.
Keşke ruhundaki karmaşa yansımasaydı aklına.
Keşke yılan gibi soğuk ve tüm ürkütücülüğüyle orta yerde asılı duran soruya cevabını verebilseydin bir nefeste.


Keşke görebilseydin bütünün nasıl parçalara ayrıldığını…
…öteki, havada ki tılsımın farkındalığıyla, düşürdü keskin ve siyah bakışlarını berikinin üstüne. Çıkarıp göğsünden inciyi, taktı metsi kuşunun ayağına. Ağzından çıkan kelime ile çağladı rüzgârlar. Güneş soğudu, tutuştu yıldızlar. “cevabı bulduğumda”… Kulakları sağır eden sessizlik ardından gelen bomboş bir ses daha “bekle”…
- Resim yapmaya devam ediyor musun?
Bu beklenmedik soru döndürüyor beni yine ve yeniden olmam gereken hayata. Bulanıyor masalım… “evet” diyorum yüzümde beliren kocaman bir gülümsemeyle. “vazgeçemem resimden” Ardı ardına sıralasam mı ki aklımdan geçenleri?
–en çok gözlerini resmetmeyi seviyorum- desem.
–kalemi elime aldığımda seni çiziyor ellerim- yada
–kâğıdım, kalemim, hayatım ve ben sana endeksliyiz artık- mesela
Hepsini bir bir sıralasam gözlerine bakıp… Kalmasa kuytu köşeye saklanmış hiçbir şey. Gözleri… Siyah bir yıldız gibi… Ne mümkün yıldızlara bakarken içindekileri ortaya dökmek! Ve ne mümkün bu denli bütünleşmişken onlarla, masaldan çıkıp, gerçeğe dönebilmek!
…ardına bakmadan ilerledi ağır adımlarla. Gökyüzünün turuncu damlaları üstünde, yok oldu ufuk çizgisinde. Kaç kez doğdu “bekle” nin ardından güneş? Kaç ayak sesi kayboldu toprakta? Ayağında inci, gözleri ufukta… Acaba hiç mi var olmamıştı şövalye. Usta bir illüzyonistin elinden çıkan bir final sahnesi miydi tüm hadise. Ya da aklın sahibine oynadığı tatsız bir oyun…

Kafanın karışık olduğunu hissettiğim o ilk günden beri bekliyorum. Ölümü beklemek gibi bir şey bu… Variyeti kesin lakin ne zaman geleceği muamma. Ne büyük tezat! Hayat bulduğum adamı ölümle eşlemek. Her bir zerrem sana söylemem gereken kelimeler tarafından işgale uğramışken, susmayı nasıl başarabiliyorum hayret! Sevgiyi gün ışığına çıkarmaktan çekinen insanları bir bir lanetlemişken, o insanlar arasına katılıp, en ön safta yer almak ilginç bir hayat deneyimi inan bana.

…İlginç, içinde iki kişiyi aynı anda büyütebilmen
…ilginç, tütünle boğulmuş bu küçük kahvede, üç kişi oturabilmemiz.
…ve ilginç, yanında oturup, yüzünü bin şekle sokarak, fincanında ki kahveyi içmeye çalışan küçük kızı sevebilme olasılığım. Eğer sen olmasaydın kesişme noktamız…
…çürüdü, toprağın kalbine inen kökler. Gökyüzü düştü, şaha kalktı yürüyüp gittiğin yol. Bin parça oldu inci…

Ve şövalyem…

Karmaşanın her çekimini ezbere bilen “ben” artık tahammül edemiyorum bu duruma. Muammalar yakıyor canımı, senin yaktığından daha fazla. Kolay olmayacak… Dizeler isyana duracak sensiz, çizdiğim resimler yüz çevirecek benden, şehrin artıklarını arıtamayacak yürek. Ama kazanmak ya da kaybetmek değil derdim. Yakıp belirsizlikleri, nihayete ermek!
İncilerle bezenmiş bir hançer ile şah damarını kesmek…
Söyle hadi ben mi? o mu?

Şövalye bulabildi mi cevabı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder