Titreyen cama başını yasladığında arkadaşlarının söylediği aklına gelmişti:
“İşkencede adam öldürüyorlar.”
İçini büyük bir sıkıntı kapladı, gözünü kapatan siyah bez parçası zaten karanlık olan havaya ayrı bir karanlık katmış, kattığı karanlıkla da sürekli korku ve acı üflüyordu Deniz’in yüreğine. Dakikalar önce saklandığı evden polislerin baskınıyla yakalanmıştı. Şimdi polis otosunda kafasını kurcalayan sorularla ilerliyordu. İlerledikçe büyüyen merak ve büyüdükçe artan korkuyla…
Uzun bir yolculuğun ardından polis otosu durduruldu. Yine gözü kapalı olarak, itile kakıla indirildi arabadan ve adeta sürüklenerek geçirildi kapıdan. Sonra bir kapı açılma sesi duydu ve fırlatıldı kapının ait olduğu hücreye. Gözündeki bezi çıkarmak istedi; ama korkuyordu. Ne göreceğinden korkuyordu. Ağır ağır kalkan elleri beze gitti ve yavaşça indirdi boğazına kara bezi. Son derece pis bir hücre, kenarlarında süt şişeleri, tuvalet izni olmadığı için içlerinde dışkı bulunan bu şişeler ortalığa ağır bir koku yaymıştı. Pis duvarları gezen gözleri hücrenin ortasına geldiğinde kendisini seyreden altı çift göz gördü. Gözler onun haline acıyarak indirirdi yere bakışlarını. Deniz bir kenara geçerek uyumaya çalıştı. Ama uyku o an onun için bir ızdırap gibi sancılıydı. Başını duvara yasladığında içeriden yankılanarak gelen acı bir feryat dolandı hücrelerin hepsini. Ardından küfürler, bağırış çağırışlar…Kendisi gibi buraya getirilenlerden biri arkadaşlarının anlattığı gibi işkenceye alınmıştı. Fiziksel işkence ile konuşturulmaya çalışıyordu; ama belki de asıl işkence o anda bu sesi duyan insanlara yapılıyordu. Büyük bir manevi baskı hissetti Deniz. Kalbi daraldı, nefesleri acı verir oldu, elleri bir yumruk halinde kasılı vücudunun arasına girdi. Beyni sesleri algıladıkça vücudu daha da kasılıyor, koku kalbini parmakları arasında sıkıştırarak parçalıyordu sanki.
“Ahmet.” Kısa bir sessizliği yine aynı ses bozdu “Ahmet.”. Uyandırdı bu kısık sesi Deniz’i. Hücre arkadaşları gecenin verdiği ruhsal ıztırabı üzerlerinden atmış uyuyordu. “Ahmet…”. Ses bir kez daha gelince ayağa kalkarak hücrenin koridora bakan penceresine doğru yürüdü. Pencereden dışarı baktığında yerde bir adam gördü. Üzerinde sadece iç çamaşırı vardı. Vücudunun tamamına yakını mordu. Akan kanları yerde kendisine çarşaf olmuştu adeta. Sayıklıyor. Bir isim sayıklıyordu. Deniz ilk olarak adamın çözüldüğünü zannetti. Ama durum böyle değildi. Sonraları anladı ki adam işkenceden getirildikten sonra dışarıda oynayan çocukların sesini duymuştu ve sabaha kadar yediği işkence yüzünden zarar gören beyni adamı çocuğunun yanında hissediyordu. Adam hayalinde çocuğuyla konuşuyordu. Bunu öğrendiğinde saatlerce ağlamıştı.
Gün çok zor akşam oldu o gün. Hücre arkadaşlarıyla tanışmış hemen kaynaşmışlardı. Burada olanları ögrenmiş biraz da siyaset konuşmuşlardı. Onlar da kendisi gibi bir örgütün elemanıydılar ve fikirleri yüzünden işkence görmek için buraya getirilmişlerdi. Gün bittiğinde karanlık beraberinde işkence korkusunu da beraberinde getirdi. Bu gece alınacaklardan biri kendisi olabilirdi belki de. Korktu, bu düşünce onu iliklerine kadar korkuttu.
Demir kapı şiddetle açıldı. Çıkan sesle uyanan Deniz’in gözü hemen kapatıldı kara bezle. Koluna iki kişi girdi ve hızlıca çıkardılar onu hücreden. Kapı tekrar kapatıldığında “Dayan yoldaş!” sesi geldi kulağına. Koluna giren polis küfür ederek susmasını söyledi bağırana. Dayanma dirayetiyle ilerledi Deniz korkuyla ama bir o kadar da kararlıca. Evet gün gelmişti. Bu gece büyük bir sınavdan geçecekti. Sabaha kadar fiziksel işkence altında kalacaktı, konuşması istenecekti ve bunu için polisler oldukça kararlıydı. “Hızlı ol!” dedi biri arkadan iterek. Deniz sendeleyerek öne atıldı kafasını çarptı. Bir acı duydu kafasında. Önünü göremiyordu. Elleriyle ortalığı yoklamak istedi; ama arkasında ki polis kafasına vurdu. Ellerini kaldıramadığı için ilerlediği koridorda sürekli bir yerlere çarpıyordu .işkence şimdiden başlamıştı.
“Otur.” dedi biri. Oturdu. Adam konuşmaya başladı. Gayet güzel bir dille konuşuyordu. Anlat diyordu. Anlatırsan hiç bir şey olmayacak. Sustu Deniz. İnanılmaz bir baskı vardı üzerinde. Sanki vücudu eziliyordu. Gerçekten buna bile dayanmak çok zordu? Ne olacaktı biraz sonra, konuşmayınca bu adamlar ona ne yapacaklardı?
“Şimdi görürsün ananın…” Kendisiyle konuşmaya çalışan kişi Deniz’e böyle bir küfür savurduktan sonra “Getirin lastiği.” diye bağırdılar. Deniz titremeye başlamıştı. Korku yavaşça vücudunu ele geçiriyordu. Bir lastik başından geçirilerek omuzları kuşatacak şekilde konuldu. “Kalk!” diye bağırdı polis. Deniz korkuyla kasılan vücudunu kaldırırken iki omzuna da coplar indi. Büyük bir acı kapladı bedenini. Sonra birden hücre arkadaşlarının dediğini hatırladı. “Eğer daha az acı çekmek istiyorsan bağırmalısın.”. Öyle yaptı Deniz. Bağırdı elinden geldiğince. Sonra tekrar “Kalk!” dendi, tekrar coplar indi omuzlarına. Tekrar tekrar devam ederken kalkacak gücü kalmayan Deniz “kalk” komutuna uyamadı. Aniden soldan bir yumruk yedi suratına, başı yumruğun şiddetiyle sağa çevrilirken bu kez sağdan yedi aynı şiddetle. Ağzından kan boşaldı o an. Kanın sıcak ve tuhaf tadı ıslattı dudaklarını. Tekrar bağırdı polis “Kalk!” Deniz çaresiz kalkmaya çalıştı ve coplar tekrar omuzlarına indi. Bu kez sandalyeye değil yere düştü. Yığıldı kaldı. Kan bütün ağzından oluk oluk boşalıyordu dışarı. Bedeni dayanılmayacakk bir acıyla kıvranıyordu. Ama Deniz’ in de kararı kesindi: Konuşmayacaktı.
“Bırakın biraz.” dedi polis. Deniz bunu bile duymamıştı. Artık algıları yeterince çalışmıyordu. Acı vücudunu uyuşturmuştu. Uzun süre hareketlilik olmayınca heralde bitti diye düşündü. Biraz rahatlar gibi oldu. Aniden bir el saçlarına yapışarak onu yerden kaldırarak tekrar sandalyeye oturturdu. Polis tekrar konuşmaya başlamıştı kendisiyle. Konuş diyordu yine. “Daha fazla istemiyorsan konuş.” Hiç ses çıkarmadı. Polis yeniden sinirlendi yine bir küfür bastı. “Soyun şu…” dedi. Diğer işkenceciler Deniz’in üzerini çıkarmaya başladılar. Çırıl çıplak soydular. Polis bir kez daha denedi. “Konuş ulan konuş!” Yine ses çıkmadı Deniz’den. İşkenceciler bu kez onu duvara kadar götürdüler. Yüzü duvara çevirdiler. Diz çöktürttüler. Kollarını havaya kaldırarak bir ipe bağladılar. O anda biri cinsel organına bir tekme attı. Acıyla kıvradı Deniz. Sonra bir sopa indi sırtına. Biri daha. Ve sonra diğerleri. İşkenceciler sık sık küfür edip sürekli konuşması için baskı yapıyorlardı. Deniz ise durmadan bağırıyordu. Gece boyunca kısılan sesiyle sürekli çektiği acıları hafifletmek için bağırıyordu…
İşkenceciler bayıltana kadar dövdüler o gece Deniz’i. Ağzından bağırışlar dışında tek bir ses bile alamamışlar bu nedenle gitgide kudurup, bayıltana kadar dövmüşlerdi.Hücresine götürmüşlerdi sonra da. Kapının önüne bırakmışlardı öylecene. Arkadaşları ona ellerinden geldiği kadar baktı. O da arkadaşlarına. Büyük bir özveri ve dayanışma içinde, kendilerine sürekli moral vererek bir ay boyunca aralıklarla işkenceye götürüldüler. Hiç biri konuşmamıştı. Aralarında konuşurken bahsettikleri devrim alevi onlara güç olmuştu, hiç biri tek kelime etmemişti.
Daha sonraları serbest bırakılıp cunta devrildiğinde hayatları tamamen değişmişti. Darbeden önce yardım ettikleri kişiler şimdi onlara sırtlarını çevirmişlerdi. Yakınlarını onlardan uzak tutuyor, onlarla tek kelime etmiyorlardı. İşkence burada da devam ediyordu. Deniz binlerce insanın yaşadıklarını yaşıyordu. Hayat yaşanmaz bir hale gelmişti. Ve eve kapattı kendini. Yeniden eskisi gibi hissedinceye kadar evinde kaldı…
Geriye hiç bir şey kalmamıştı. Emeği savunmuş, özgürlüğü istemişti. Bunun için çabalamış tam bağımsız bir Türkiye hayaliyle yola çıkmıştı. Sonra bir darbe eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık hayallerini yıkmıştı bu insanların. Darbeden sonra köklü bir değişim yaşadı Türkiye. Ahlak ve kültür bozuldu, insanlar vahşileşti. Türkiye içinden çıkamayacağı bir kaosa sürüklendi. Kendi insanlarına işkenceler yaşattı, onları fişledi, bu fişlenme bu insanların yıllarca aç kalmasına yol açtı. Bir çok aile de dağıldı. Sokaklar ürkek insanlarla doldu. Ve en önemlisi Türkiye gözyaşlarını içine bir kan halinde akıttı. Asla geri toparlanamayacak bir şekilde büyük bir darbe yedi.
Pişman değil Deniz. O emek, eşitlik,özgürlük için savaştı. Yaşadı o karanlık günlerin ağırlığını bedeninde ve ruhunda. En az boyun eğmeden ölen kölelerin onuru içerisinde ve her şeye rağmen devam etti solu savunmaya onurlu olduğu gibi bir o kadar da şereflice….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder