Günlerdir, gecelerdir deli gibi okuyorum. Giderken avucuma bıraktığın yalnızlığa, satır aralarında yoldaş arıyorum. Her sayfada sen varsın, kelimeler birleşip siluetini çiziyorlar sanki. Unutmak istedikçe, daha da şiddetle dönüyorum yörüngende. Şuursuz bir dönüş bu, anlamsız… Mantıksız… Bir o kadar da inançlı. Kaç Vakit oldu? Kaç kitap bitti son gidişinin ardından. Ve kaç kez istedim içinde “sen” olan bu şehri bu kez “ben” terk etmeyi. Kalmanın, ağzımda bıraktığı kekremsi tadı, giderek söküp atmayı…
Demek sen de salına salına bensiz gidiyorsun
Ey canımın canı…
Okuyorum…
Günlerdir, gecelerdir deli gibi okuyorum. Giderken avucuma bıraktığın yalnızlığa, satır aralarında yoldaş arıyorum. Her sayfada sen varsın, kelimeler birleşip siluetini çiziyorlar sanki. Unutmak istedikçe, daha da şiddetle dönüyorum yörüngende. Şuursuz bir dönüş bu, anlamsız… Mantıksız… Bir o kadar da inançlı. Kaç Vakit oldu? Kaç kitap bitti son gidişinin ardından. Ve kaç kez istedim içinde “sen” olan bu şehri bu kez “ben” terk etmeyi. Kalmanın, ağzımda bıraktığı kekremsi tadı, giderek söküp atmayı…
Tüm bunlar ne vakit düşse aklıma, bir bumeranga dönüşüyorum. Kendimi, kırılmışlığın hızıyla senden ittikçe, tutkunun hızıyla geri gelip, ayaklarının ucuna yığılıyorum. Uzun süremiyor asla bu gidişler, senden kopuşlar. Boşlukta, uzağında dönüp durduğum her an erteliyorum hayatı. Olup bitene, yitip gidene uzaktan bakıp, teğet geçiyorum bedenlere. Sen olmayan her suret yabancı bana, ellerim dokunamaz ki bir başkasına. Gurbetten sana her varışım bayram, sana her temasım hayat benim için. Hayatta kalabilmem, nefes alabilmem için, sensin bana gerek.
Hem ben tıpatıp sana benzerim.
Ağlarsan ağlarım, gülersen gülerim.
Asıl sen varsın ortada.
Ben, senin elinde bir ayna…
Adım attığım yeri görmeden, hızla ilerliyorum sana çıkan yolda. Ayaklarımın altı depremmiş, kanatlarımın ucu kırıkmış, kelimeler cana batıp, bedeni kanatırmış fark eder mi? Deli inatlar, anlamsız gururlar çoktan terk etti beni. Çekimine girmiştim bir kez. Gerisi nafile! Hayat var yolun sonunda, attığım her adım sana. Fakat sen, korktun bu denli koşulsuz şartsız bir aidiyetten. Hayattan sana dönüşümde nasıl çığlık çığlığaysa özüm, sen bir o kadar sessiz, telaşsız ve umursamazsın. Ben, güneşini arayan gündöndü gibi yüzümü çevirdikçe, güneşe inat “gece” olma hevesindesin. Sana yüzümü dönmemem için, bana yüzünü göstermemek için, gitmenin zevkine teslimsin…
Güzel yüzünden kaldır perdeni.
Böyle konuşturmayı yakıştırma bana.
Taş gibi katıysa senin kalbin,
Bak benim kalbim yanmış, ateş haline gelmiş.
Tüm bunlara rağmen ben, olduğun her yerde yitiriyorum aslımı. Seni gördüğüm an, ruhun himayesinde, tutkunun aleviyle akışkanlaşan beden, karışıyor bedenine, böylece tamamlanıyor yüzyıllardan beri yarım kalmış yapboz. Sen varsın, yanı başında da ben ve ahenkle kırmızı bir karanfil açıyor her iki bedenden. Yalınlığın tablosu bu… Aşkın ve hayatın…
Sonsuz uyumun tablosuyla zıtlaşan sen, uyumsuzlaştın yine sarı bir hazan sabahı. Tanrı, sanki o gün büyük bir lanetle yolladı ışığını üstümüze. Ve o günışığı bulup çıkardı, yıllardan beri içinde hep var olan fakat aklının en karanlık odasına hapsolmuş, çıkacağı günü bekleyen “yenilik merakını”. Karanlıkta körelmeye yüz tutmuş bütün düşünceler, keskin bir ışık huzmesinin altında kaçışmaya başlayınca oradan oraya, yine onlara dahil olmaktan koruyamadın kendini. Büyük bir ahenkle tamamlanmış olan yapbozun en büyük parçası olan “seni” alıp heyecandan buz kesmiş avucuna saklayarak çıktın yola.
Yol uzun…
Yol yaban…
Yol soğuk…
Ve bir yılan gibi kıvrımlıydı yol…
Gittiğinde, her karesi donup kalan hayat, geri dönüşünle eriyecek ve devam edecekti kaldığı yerden akarak, yeni sulara karışmaya. Farkındaydın gitmenle, yitmemin eş değer olduğunu. Anlamsız hayatın anlamını, adınla bulduğumu! Ama gittin… Türküler sustu ardından kim bilir kaçıncı kez, çocuklar duruldu ve tövbe etti yürekler bir daha sevdalanmaya.
Ne yazık bu yola bilmeden, rast gele girene
Sen ey gideceğin yolu bilen,
Sen ey yolumun ışığı, ey benim değneğim
Bensiz gitme istemem
“Günaha davet” derler keşfetme merakı için. Yeni tatlar, yeni sesler, yeni renkler büyük haz verir insana. Her sokağını tanıdığın memleket, her motifini bildiğin desen ve her hücresini ezberlediğin beden sıradanlaşınca, “hazzın” vazgeçilmez dürtüsüne karşı koymak imkansızdır artık ve başlarsın delice “yeniyi” aramaya. İsteyerek çıktığın fakat iklimine yabancı olduğun o topraklarda hayata tutunmaya çalışan bir filizsin sen şimdi. Önüne çıkan her gülüşte, her dokunuşta ve her tende, muhtaç olduğu can suyunu arayan bir filiz. İşte tam bu an depreşiyor bendeki “gitme” isteği. Ama dedim ya bumeranga dönüşüyorum sanki elinde. Ne kadar hızla itersem iteyim kendimi nafile! Son durağım sensin her daim.
Aşkın şehvet kırmızısı değil durmadan beni sana çeken… Hasret duyulan oğlun bembeyaz yüzü, uzaklarda ki kardeşe duyulan özlemin en mavisi, tamamlanan yapboz içinde can bulan morun sonsuz huzuru ve kelimelerin yittiği siyahın en koyusu belki… Kim bilebilir? Tüm bu deli karmaşanın içinde, ruh sadece yanındayken dengede… Kelimeler anlamsız o an, silik tüm renkler. Şimdi ne eksiksin benden, ne de fazla… Sen bensin, bende sen. İşte bu asıl olan!
Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın.
Senin duru denizin benim demedim mi?
Çıktığın keşf-i âlemde, yanlış insanlarda hoyratça hırpalanıp, oradan oraya savruluyorsun. Savruldukça duvarlara çarpıyor, her çarpışta daha da kanıyorsun. Tüm bu yaşananlara inat, bitmedi ve bitmeyecek sonsuz merakın. Durduğun her ten, tozla kaplıyor yapraklarını, dokunduğun her beden daha da çürütüyor köklerini. Yavaş yavaş ölüyorsun. İşin garibi bu ölümün her saniyesini hissediyorsun. Sana hayat verecek olan can suyunun, avuçlarımda olduğunu bilmene rağmen yavaşlatıyorsun dönüş adımlarını.
Öylesine örselemişsin, öylesine korkutmuşsun ki, toprağa sıkıca tutunup, sevdayla bağlanmaktansa ölüme gitmeyi tercih ediyor aslın. Yokluğunda bir can gidiyormuş umurunda mı? Elinde yapbozun kayıp parçası, gördüğün her kuytuda mola verip, erteliyorsun seninle birlikte yaşanmışlığa dair ne varsa.
…Oysa
…Bilsen ki;
…Ben
…Sana
…“Hayatı”
… Vaat etmiştim.
Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında,
Bir aşk ovasını görmüştün hani.
Safran dallarıyla, Ağustos gülleriyle sarmaş dolaş.
Bunu unutma… Hatırla ama!
* Yazıdaki dörtlükler, Mevlana Celaleddin Rumi’ye ait olup, A. Kadir çevirisiyle “Bugünün Dilinde Mevlana” adlı eserden alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder